10 Şubat 2009

flörtöz [ ya da: istanbul'un en başarısız entelektüeli ]

Baktım olmuyor, bundan bir iki ay önceydi, evde oturup göbek büyüteceğime gidip bir Beyoğlu sahaflarını dolanayım dedim. Kalktım gittim; zaten ev yakın. Bizim sahaflarımız daha çok piyasa dergilerinin kaçırdığınız sayılarını bulabileceğiniz YaySat bayisi gibi çalıştıklarından, gerçekten eski ve kullanılmış kitaplar yerine (bazıları pristine condition heveslisidir, ben bilhassa yıpranmışlarını ve üstüne yazılmış olanları severim) en fazla birkaç ay yaşında ıvır zıvırla doludur, o yüzden pek de oyalanacak şey bulamadım.

Yalnız, bir dükkânın başında benden biraz daha genç olduğunu tahmin ettiğim şirin mi şirin bir kızcağız duruyordu; sarışındı ve sarışınları hiç tercih etmem, ama flört damarım kabardı yine de: Thomas Mann'ın şu kitabı, Dekart'ın bu kitabı var mı'dan, şu yayınevinin kapakları ne kötü de bununkinin editörleri ne dikkatsiz'e uzanan bir dizi soru ve yorumla işe giriştim; elimdeki 15 kitaptan hangilerini satın alacağım konusunda hayatî bir kararsızlık yaşıyormuşum edâsıyla şöyle temiz bir 40 dakikamı da orada geçirmeyi başardım... ama başarım -her zamanki gibi- orada kaldı elbette; kızcağız benim raftan rafa sıçrayan histerimden ve durmaksızın yaptığım küçük alaycı esprilerden ürkmüş görünüyordu. Beceriksizliğime kızıp, söylene söylene çıkıp eve gittim. Yaklaşık 8 ayda bir kabaran flört damarımı da böylelikle ziyan etmiş oldum; diğer ikisini şimdi bile anımsayamıyorum ama aldığım üçüncü kitap André Gide'den bir denemeler toplamasıydı: Seçme Yazılar.

Gide'ye sonra geleceğim, ondan da bir iki ay öncesine dönelim: ünlü bir Beyoğlu barının soğuk terasında oturmuş yeni tanıştığım biriyle Fransa üstüne sohbet ediyoruz -flörtsüz-. Orada, hep hissettiğim ama edebiyat tanrılarından çekindiğim için söylemeye cesaret bulamadığım bir şeyi söylemiştim: özellikle Rus edebiyatıyla karşılaştırıldığında Fransız romanının aslında ne kadar da sönük kaldığını. İngilizlerin -tüm snobluklarıyla yerlere göklere sığdıramadıkları- Shakespeare'lerinin karşısına Fransızlar daima Balzac'ı, Almanlar Goethe'yi sürdüler. Shakespeare beni çok ilgilendirmiyor: özellikle aslından okunduğunda dili harikulâdedir, ama komedilerini yavan buluyor, dramalarını ise önyargısızca takdir edemiyorum. Hamlet, Othello... bunlar onlarca arkadaşınızdan methini duyduğunuz, sağda solda yorumlarını okuduğunuz ve bütün bu bilgi yükünün nihayet seyrettiğinizde kendi fikrinizin oluşmasına engel olduğu, hakkında ne hissetmeniz gerektiğini bilemediğiniz sinema "şaheserleri" gibi benim için.

Efkâr: Arapça fikr'in çoğulu, "fikirler" --bunu bilince "efkârlı" ne güzel, ne açıklayıcı, ne zarif bir kelimedir... Goethe efkâr insanıdır. İki mânâda da: Goethe hem fikirlerin insanıdır, hem de bu fikirlerin zorunlu olarak yarattığı acının (Faust ve Genç Werther). Balzac ise hayata dair gösterişsiz bir kavrayışın yazarıdır. Goriot da, Bovary Grandet de güzel kitaplar, ama Balzac, eserlerinin tümüne tek bir isim (La Comedié Humanie, "İnsanlık Komedyası") vermekte haklıydı: külliyâtının belli bir yekûnünü okumadıkça nitel büyüklüğünü anlayamazsınız.

Tüm bunlar iyi hoş, ama Dostoyevski'nin karşısında, Gogol ve Tolstoy'un, Puşkin'in karşısında solgunluktan kurtulamıyorlar. Languagehat olacak, bir dilbilim/etimoloji sitesindeki bir okuyucu yorumunda karşılaşmıştım; okulunun bir profesörü ona şöyle demiş:
"English is for talking, Russian... is for philosophy"
İngilizce konuşmak içindir, Rusça... felsefe için
Ne filoloji ne felsefî birikim açısından bir geçerliliği olduğunu sanmıyorum, ama imâ ettiği hisse katılmadan da edemiyorum.

Gide'ye geri dönelim. Bütün bunları şunun için anlattım: Gide'nin denemelerinden biri "On Fransız Romanı" adını taşıyor. Bir gazete ona en çok beğendiği on Fransız romanını sormuş, o ise "Fransa'nın üstünlüğü bence romanda değildir" diyor, ve çoğuna katıldığım tespitlerle, zorlanarak da olsa 10 romanlık listeyi tamamlıyor. Saydığı kitaplar hakkında tek tek konuşmak isterdim (özellikle Choderlos de Laclos'un Tehlikeli İlişkiler'i hakkında), ama o da başka zamana kalsın. Zaten aynı yazıda 5'ten fazla yazar adı geçmesi bende entelektüel anksiyete yapıyor, bunda 11 tane var, beni de düşünün.

Hamiş: Entelektüel anksiyete deyince bir anım aklıma geldi: Istanbul Modern'de Beckett (etti 12) filmleri gösterimi olmuştu bir ara. Hemen hepsine bir arkadaşımla beraber gittik, ama kısa olmalarına rağmen hiçbirinin sonunu göremedim çünkü 10. dakikada uyuyakalıyordum. Sonuncusundan çıktığımızda arkadaşıma "Istanbul'un en başarısız entelektüeli benim herhalde" demiştim, o da "öyle düşünme, öyle entelektüelsin ki uyumak için bile Beckett filmine gidiyorsun diye düşün" diye cevaplamıştı. Demokrasilerde çareler tükenmez, derler.
André Gide - 10 Fransız Romanı

8 yorum:

  1. faruk abi

    kitapci kizlari ürkütme, iki rafla sinirlandir kendini....
    kesin sarisin kiz daha ikinci dakka,"bunun gözü kitaptan baska bir sey görmüyor" diye vermistir notunu :)...
    fransiz, ingiliz ve rus edebiyati karsilatirman aklima pek cok sey üsüstürüyor ama ne diyecegimi kestiremiyorum....gide'in su yazisini bi okuyayim hele...
    efkar'in fikirler manasina geldigini ögrenmem hos oldu ayrica....gercekten ince ve zarif bir kelime bu...."neden böyle efkarlisin" deyince, aslinda baska bir sey de sormus oluyoruz....
    bu arada scribd'inde ne ise yaracagini anlamis oldum, iyi oldu...
    sagolasin bu keyifli yazi icin....

    YanıtlaSil
  2. Geçenlerde arkadaşlarla 'efkar' üzerine konuşurken, Türkiye'deki kullanımı üzerine durmuştuk; sizce de bu sözcükte kötücül bir anlam yok mu?! Efkarlananlar hep terslenir(?), dışlanmıştır(!). İnsan bir sözcük üzerinden, düşünmenin, ülke sınırları içerisinde neden suç unsuru olduğunu ilginç bir şekilde kavrıyor doğrusu...

    YanıtlaSil
  3. kaçak abi,

    tabi aslında böyle "şunun edebiyatı bununkini döver"vâri sidik yarıştırtmalar bir yerde mânâsız; bunun içine kişisel zevk de girer, ideolojik tercihler de (rus romanları fransız romanlarına nazaran hep daha "politik" gelmiştir bana meselâ)...ortalığı kan götürür sonra; ama böyle her şeyi tartıp her şeye hakkını vermeye çalışınca insan bir şey düşünemez, bir şey söyleyemez hale de geliyor. o yüzden, geçerliliği kişisel düzeyde kalsa ne olacak!, dedim, yazdım gitti.

    Black Crow King,
    hoşgeldiniz, şöyle bir yokladım, ama söylediklerine dair bir tek anı bile canlanmadı gözümde. Efkârlılar dışlanıyor, tersleniyor mu? Tam tersine saygı duyulan (hele "aşk" efkârıysa sendeki), sempati beslenen bir haldir Türkiye'de (herhalde başka yerlerde de) diye bilirim ben. Zaten efkâr öyle çok dile dökülen bir hâl de değildir ki terslensin. Belki siz başka yerlerden geçtiniz, bilemiyorum, ama bana bastırılan, terslenen ve dışlanan (muhakkak "siyasal" olacaklardır bunlar, geniş anlamıyla) fikirler ile efkârdaki fikirler aynı şey değildir gibi geliyor. İkisinin içeriği örtüşebilir de zaman zaman, ama kendilerini ortaya koyma biçimleri çok farklı olduklarından aynı kefeye konulamazlar, diyorum (bunları yazdım ama aklımdakileri aktarabildiğimden emin değilim gerçekten).

    YanıtlaSil
  4. Pek keyif alarak okudum :) (Hayır sadistlik yok bende, flörtlerin bir gün sonuç vermesini dilerim elbette).

    Roman konusunda yazdıkların uzun zamandır roman okumayı bırakmış olduğumdan, bende bir nostalji ve özlem hissi yarattı. Gerçi çok fazla klasik okumazdım eskiden de ama Trans-Sibirya yapalirisem yanıma birkaç Rus yazar almalıyım evet :)

    YanıtlaSil
  5. Amin Düygücüm, amin :)

    Trans-Sibirya macerasında kararlısın hâlâ, ne güzel. Açıkçası bahsettiğin nostalji ve özlemi kendi yazım kendimde de yarattı, ben de yıllardır doğru dürüst roman okumuyorum.

    YanıtlaSil
  6. Ben basariyi ise yeltenmekte bulurum. Hani Nasrattin hocanin ucmak ve knmak meselesi gibi (uctum ama konamadim der ya). Ama ucmaktan doyumunu almistir. yani flort surecinde kaninin akisi degisti mi, beynindeki noronlarin hepsi elektrik carpintisi gecirdi mi, butun bedenin yenilenmis demektir. Yani flortun sonuc vermesi degil sureci onemli, surecinde yasadiklarin... Ha o sarisin da begenilmekten doyum bulmustur eminim....

    Simdi cikip flortlesecek bir afeti devran bulmak vardi yahu...

    YanıtlaSil
  7. Sevgili EG,
    normalde olsa haklısınız derim ama yazıda da dediğim gibi benim flört bataryaları ancak 8 ayda bir dolduğu için böyle boşa harcanınca fena oluyor :)

    YanıtlaSil
  8. Ha ha bak bu cok iyiydi valla. Pardon 8 aylik ayrintiyi kacirmisim... Yani 8 ayda bir de olsa yine de bosa harcanmamistir diyecek bir polyannaciligi onermeyecegim yani...

    YanıtlaSil