6 Ekim 2010

gitmenin imkânları

Doğrusu, mutsuz olmakta da hiç matah bir şey yok. İnsan bu yüzden tutup Fransa'ya bile gidebilir —hoş, bana sorsan yan mahalle de yetebilir:
                                           
kalkıp gitmedikten sonra,                                             
ha yan mahalle,                                             
ha Fransa.

Belki ama, vardır bir fark. Diyelim bir dağ vardı burada, aldın kopyaladın, koydun Fransa'ya, artık onun yankısı buradakiyle bir olur mu? Olmaz. Bir kere dağa tek başına çıkılmaz, tek başına dağa bırakmazlar adamı. Savaş vardır, mümkün, bir tarafındaysan korucu verirler yanına, jandarma verirler, asker verirler, diğer tarafındaysan gerilla verirler. Savaş vardır, mümkün, ve savaşta yalnız başına dağa komazlar adamı. Burası Fransa, medenî ülke, savaş yoktur diyeceksin —o zaman da kılavuz verirler. Bu kılavuzun kılavuzluktan başka meşgalesi yoktur, aynı yere aynı yoldan milyonuncu kez yürüyordur sizinle beraber ve sıkılmıştır, gına gelmiştir, hep aynı taşlar, hep aynı bulutlar, bakışlarında aynı tedirgin ve sahte ilgiyle aynı turistler... işin ucunda para olmasa sıkıntıdan boğabilir bile sizi bu kılavuz ama para var, ucunda, o yüzden "İşte geldik" der, "burası". Fransızca'nın taraklı bir hissi var, siz sevebilirsiniz, ben sevmem, niyesini de anlatamam, daha "taraklı" derken ne demek istediğimi bile anlamıyorsunuz, ve ilâhi, zaten ben size anlatmak zorunda olmamak için gitmedim mi Fransa'ya?

Hiç yorum yok: