25 Ağustos 2009

cinboku çayırı'na oturdum, ağladım

Bir çayırda oturmuş, geçmişi deşiyorum. Ben her yıl bu çayırda oturuyor, hep geçmişi deşiyorum. Sol tarafım sıkışıyor, o veya şu sebepten. Sebepler mühim değil: ne eşi bulunmaz bir acı bu, ne de sanki ilk gadrine uğrayan ben. Sebeplerin yok önemi: burada beni üzen, ve kalbimi felç eden, sebepleri değil acının, bizzat kendi varlığı:

Allahaşkına söyleyin, neye yarar acı?

Evrim: bu hikmetinden suâl olunmaz tanrı, acıya ne değer biçmiş, niçin üretmiş, neden saklamıştır? Çok daha yararlı şeyler geliyor benim bile aklıma şu vücûda eklenebilecek: kanatlar, daha kuvvetli ayaklar… dökülmeyen saçlar ya da. Gazeteleri okurken dikkatimi çekti, ne kadar çok gözlüklü insan var. Bozulmayan göz (X-RAY VISION!!) üretemez miydi Evrim meselâ, aklına mı gelmedi? Milyonlarca yıl vardı önünde düşünecek, işini daha sakin kafayla yapamaz, daha akıllıca adımlar atamaz mıydı? Ürete ürete kalp acısını, bir halta yaramayan bu duyguları mı üretti? Evrim, oğlum sen mal mısın?

Neyse. “40 yaşından sonra yaşamak ahlâksızlıktır” diye yazmıştı Dostoyevski. Aptallıktır, demeliydi belki. Ben şöyle demek isterim: 40 yaşından önce yaşamamalı insan. 40 yaşında doğmalı, sonra da fazla uzatmamalı bu hayatı.

20 yorum:

  1. Öncelikle bir yazıda ya da daha doğrusu herhangi bir süje'den ben'e yönelmiş obje'de hakiki bir hissiyatın varolması bile önemli benim için. Bu çağda bu hissiyatı gündelik yaşamda elde etmek çok kolay olmadığından olsa gerek, kitaplara, örneğin Dostoyevksi'ye ihtiyaç duyuyoruz. Bunu bir şekilde yazından da almak benim için başlı başına mutluluk verici. (Bunu başkasından duyduğu acıdan alınacak o sıradan insan durumuyla karıştırma lütfen! Biliyorsun Dostoyevksi kitaplarında hep bu acının -ölümün, intiharın vs.- başkasına verdiği hazdan bahseder. Ama ben çok başka birşeyden bahsetmek istedim.)

    Tam da bundan acıya ihtiyacımız var. Yoksa hayatı olduğu gibi almak için burdaki arkadaşlar topluca yoga yapıyorlar. "Neden?" diye sordum az evvel, bana "kafadaki düşüncelerden sıyrılmak için" dediler. Sonra "düşüncesiz mi olmak istiyorsunuz yani?" diye sordum, cevap kabaca "iş hayatı dışında evet"di. Ben buna benzer cevapları antidepresan kullananlardan da birçok kez almışımdır. (Amerika'da antidepresan kullananların sayısı son on yılda iki katına fırlamış durumda .) Sahte bir mutluluk, sahte de olsa mutluluk diye tutturuyorlardı. Bana kalırsa "etik" herşeyin önündedir, "ahlak" değil "etik". Ahlaksız olmak sistemin bize emrettiklerinin karşısında sapkınca danslar etmekse, sevişmekse, anne babaya gereğinde hiddetle karşı çıkmaksa, gerektiğinde sövüp saymaksa elbette ahlaksızlık etmeden bu dünyadan göçmemiz çok b.ktan olur. İsa da demiyor muydu, benle olmak için önce ebeveyninden nefret edeceksin diye!

    Acı olmadan olmaz. Acı yoksa hakiki neşe de olamaz. Ben kendi çapımda altmış yaşından önce ölmek gerektiğini düşünenlerdendim, kırk çok düşük olmuş :) yok, sapına kadar yaşamalı bu dünyada... acıyla ya da değil. bunu iyimser birşey olarak da söylemiyorum. başka çaremiz yok diyorum. yaşamın tüm ağırlıklarını kaldırırken, eğilip bükülürken de olsa... Şunu biliyorum. Bir şansın sahibiyiz biz. Hepimiz.

    YanıtlaSil
  2. Bugun kutuphaneye gitmedim ki ne zamandir bloglari okuyamiyorum okuyayim, yorum yazayim rahat rahat, guzel guzel diye. Once Elestirel Gunluge ugradim, Allah tam benlik bir sey yazmis Elestirel, yahu Vedalar, Ianna'nin Sarkisi, Nesideler Nesidesi, Yuhanna Incili, Yusuf Suresi, yahu hikmet, yahu bilincdisi, yahu kategorik bilme, yahu ah bu Ingilizler, ah bu onlarin analitik din felsefesi falan filan diye ahkam uzerine ahkam kesmeye hazirlaniyordum ki bir baktim, Tolga'yla Kacak soylemek istediklerimi benim ifade edebilecegimden kac kat daha guzel ifade etmisler zaten. Sonra buraya geldim, ah ne guzel, aci, Tanri, Dostoyevski, hah tam benlik, tamam dedim, kollarimi sivadim, yorumlari actim, bir de baktim Tolga, yine soylemek istediklerimi yine benim ifade edebilecegimden kat kat guzel anlatmis. Zaten bu yakinlarda erenlere karisacak bence o, haberi yok. Neyse, ee ne bu simdi, niye yazdin bunlari mi diyorsunuz? Hakikaten bu kadar seyi niye yazdim? Olur da birazdan da Kacak gelir, bu guzel yazinin altina guzel birseyler de o yazar, ben tedbirimi alayim da simdiden soyleyeyim, Kacak'in da dediklerine katiliyorum.

    YanıtlaSil
  3. Tolga,
    katılıyorum dediklerine. "Ahlâk değil etik" derken, Spinoza temelli Deleuze ayrımından (belki tek o yapmıyordur ama...) mı söz ediyorsun? Yani aşkınlığın inkârından gelen, dolayısıyla bir mutlaka dayanmayan yargılama ilkesi anlamında etik? Ben de aşkınlığın bildiğimiz anlamda "ahlâk"a yol açan kavranış biçimine katılmıyorum. Bu anlamda, işte evet, senle aynı fikirdeyim. Ama yine de hâlâ "etik" değil "ahlâk" kelimesini kullanıyorum hep. Hem alışkanlıktan, hem de ahlâk derken böyle kitaba bakıp okuyabileceğimiz ilelebet değişmez bir kurallar manzumesini kastetmediğimden, illâ bu anlamda anlaşılmasının gerekliliğine inanmadığımdan. Çünkü o dediğini diyen İsa, "komşunu sev" de dedi (Kierkegaard'ın buna yönelik dedikleri de nefistir ama ohoo şimdi ona giremeyiz). Neyse, bu sıcakta kafamı da toplayamadım şimdi zaten. Ama Dostoyevski'ye haksızlık etmişsin biraz gibime geldi. O tür acıyı anlatır D., ama yalnızca onları anlatmaz. Bir de, umarım "keşke acı olmasaydı" dediğim düşünülmemiştir yazıda. Seneca aktarıyor: Demetrius demiş ki, "Başına hiçbir talihsizlik gelmemiş insandan daha şanssız kimse yoktur". Çok Stoacı oldu belki ama, buna katılmadan edemiyorum. "Tanrı varsa iyi insanlar neden acı çekiyor?" itirazını da çok komik buluyorum açıkçası, bu bağlamda. Doğa'nın, maddenin ve dolayısıyla insanın ta içine işlemiş düalitenin farkına varamamak, böylece hemen her şeyi ıska geçmek demeye gelir bu bence.

    Meren,
    neye hastasın? Evrim'e mi, benim acı çekmeme mi? :)

    Passive,
    Ben de evdeki internetim hâlâ bozuk olduğundan bloglara ilgi sevgi gösteremiyorum henüz. Eleştirel'deki bahsettiğiniz yazıyı da görmedim, vakit bulabilsem de bakabilsem bir ara... Tolga'yı ise yukarıya alacaklarmış zaten diye duydum, ama Tolga'nın küfredip durması ve "lan bırakım kolumu daha buradaki işlerim bitmedi" diye bağırmaları üzerine ne halin varsa gör be diyerekten salıvermişler. Ben kuşların yalancısıyım. Ayrıca siz böyle "aa benim diyeceklerimi demişler zaten" diye kaçak güreşecekseniz hep bundan sonra vallahi koyarım moderatörlüğü yorumlara, siz yazmadan önce kimseninkini onaylamam, ona göre.

    YanıtlaSil
  4. Ne ilginc bir tesaduf? Benim yaziyi okumadan benzer seylerden ama farkli acilardan soz etmissin. ben de tanri ile acidan yola cikmistim sonra akla vurmustum...

    "Tanrı varsa iyi insanlar neden acı çekiyor". Ben iyi insanin ne oldugunun bile tartisma gerektigine inandigimdan ve hangi tanima varilirsa varilsin Tanri'inin tanri olma niteliklerine uymayabilecegini dusunuyorum. Tanri varsa insanlarin aci cekmesine neden izin veriyor diye soruyorum. Aci cektirip de seyrediyor... Biliyorum, sen bu soruyu komik buldugunu sormussun ama herseryde ickin dualite kavrami pek yetmiyor anlamama mesele insanin insan tarafindan aci cekmesi olunca. Sahi tanri niye izin verir kendi yarattiklarinin bu denli aci cekmesine? Umarim cevabin Tanri'nin dunya islerine karismamasi ilkesini getirmezsin, cunku ote taraftan biliyoruz ki o izin vermezse yaprak bile kipirdamaz.

    Ben tanri olsaydim tam da oyle senin dedigin gibi yaratirdim insani: kanatlar, daha kuvvetli ayaklar, gozler. Sahi bozacaktin niye yarattin demezler mi adama. Bak araba bozulunca insan yapisi iste diye cikiyorum isin icinden. Biraz bagirip cagiriyorum sonra mesele tamam. Ama bu tanri yapisi olunca mesele problematik oluyor. Bilmem anlatabiliyor muyum...

    Muahabetle...

    YanıtlaSil
  5. sevgili passiveapathetic,
    farukahmet abinin bu kisa ve konsantre yazisi karsisinda sukunetle duracaktim ki, sen bana katilmissin....
    ben de tolga abiye katilacagim "acisiz olmaz" fikriyle....
    ama yaziyi okurken aklima gelen bir ismet özel dizesini de eklemeden gecmeyeyim...
    "aci cekmek ruhun fiyakasidir" diyor ismet özel, sair sözüdür ya, yalandir diyebilir miyiz....
    üstelik siirin adi, "esenlik bildirisi".....
    sebepleriyle degil sirf varligiyla kalbi felc eden aci, belkide nedensizligin ve hicligin icinden geliyordur...

    YanıtlaSil
  6. "Tanri varsa insanlarin aci cekmesine neden izin veriyor diye soruyorum. Aci cektirip de seyrediyor... "

    Bunu gorunce bana sagdan sagdan geldiler gene. Bu sizin sordugunuz ontolojik anlamda "Tanri varsa neden yemek yemeye ihtiyac duyuyoruz, manevi degerlerle beslensek ya?" demekle bir oluyor.

    Aci olayina gelince de Ismet Ozel'den alinti verilmis ben de Yunus'un derdim bana derman imis deyisini anabilirim misal.

    YanıtlaSil
  7. O kadar çok konuşuyorsunuz ki Tanrı konuşmak için sizin susmanızı bekliyor..

    YanıtlaSil
  8. bir de Allah, sizin bütün tanımlamalarınızdan, adlandırmalarınızdan, kategorilerinizden, ayrımlarınızdan, akıl yürütmede vardığınız sonuçlardan, bildiğiniz, gördüğünüz, dokunduğunuz, sayıp döktüğünüz, alıp veremediğiniz her şeyden münezzehtir..

    YanıtlaSil
  9. Faruk,

    Yanlis anlamissin. Dostoyevski'ye haksizlik etmek, ha $a! Ben baska tur bir acidan degil baska tur bir hazdan bahsediyorum. Yani yazindan aldigim nese baskasinin / otekinin / sen'in acisindan kaynakli bir haz degildi. Bunu demek istemistim. Sanirim yorumu fazla aceleyle okumussun.

    Ha bir de, Isa'nin "komsunu sev" demesi diyorsun (yok o, on emirden biri aslinda) ama neyse tabii Isa da bir Yahudi olarak tekrarlayacak bunu dogal olarak. Ben "ebeveyninden nefret et" diyen Isa'yi anlatiyorum yorumda anlatmak istedigime paralel olarak,,, komsuyu sevmek de ancak ebeveyninden nefretle baslar. Komsuyu sevmek onun en acaip yonlerini kabul edebilmektir ama haklisin bu konu uzun surer. Burada hic konusmamak uzere susuyorum.


    Bu arada PA,

    aman ne diyorsun guzel arkadasim, ermek filan, havalara cikmak filan, boyle seyler hic yakismadi bana. Hem sadece dogru durust bir at sinegi olsam, ne mutludur bana, daha ne isterim allasen :) Guzel anlatici da sensin, edebiyatci da, eren de sensin hem. Lutfen sen yaz da bizler de etinden sutunden faydalanalim, ehe.

    Ya$asin kotuluk. Aha bu da benden sizlere: Satan the first freethinker posteri . Biraz gunah arttiralim, borcumuz filan kalmasin hudaya :)

    YanıtlaSil
  10. Baratrion sagdan soldan geldiler derken ne dedigini anlamadim: seni kizdirmamaiz gerektigini mi soyluyorsun? Senden korkmamiz gerektigini mi? Yoksa bu bir psikolojik durum mu - gelip gelip giden? Sor(g)ulardan bu denli rahatsizlik niye. Bu sizin sordugunuz ontolojik anlamda "Tanri varsa neden yemek yemeye ihtiyac duyuyoruz, manevi degerlerle beslensek ya?" demekle bir oluyor. bana gore sacma bir soru yok. Bu soru da pekala yerinde. Eger bir yaraticinin varligini daha hic bir sorgulamaya baslamadan kabul ediyorsaniz bu sorulari sormanin yanlisligi nerde? Eger yemek yeme ediminin butun canlilarda ortak olan siddet ve vahsetin temeli olarak gorup akliyorsak (acliktan olmemek icin oldurmek zorundayiz gibi) o zaman dediginiz soru pekala guzel ve hakli bir sorudur...

    YanıtlaSil
  11. Omer boyle bir bilgiyi bilmen mumkun degil. Tanrinin bize ait herseyden münezzeh oldugunu nerden ve nasil biliyorsun? Su olsiliklar geliyor aklima;

    a) Bunu bilmek mumkunse o zaman da Allah bize ait olan herseyden münezzeh olamaz

    b)Kafadan uyduruyorsun

    c)sana bu onerme ucuncu elden soylenmis ve sen soylenene kosulsuz inanmis durumdasin

    YanıtlaSil
  12. Tolga Muhammed Isa Askina hele bu soylediginin Turkcesi ya da siradan insancasi (hali hazirda ermis oldugunu varsayrsak) var mi? Sahi su dediginin meali nedir? "süje'den ben'e yönelmiş obje'de hakiki bir hissiyatın varolması"


    Sahi aci konusunda hic bir sey soylemedigimi yeni farkettim. Acinin simdiye kadar hep var oldugu bundan sonra da ya da mutlak olarak olmasi anlamina gelmiyor. Aciyi odunlemenin, yuceltmenin kuskusuz insan yasminda bir yeri vardir. Ki bu yer insanin psikolojisidir ya da romantism gibi santsal cabalardir. Ya da farukahmet'in yazisinda konu ettigi gibi Tanri uretisi olduguna inanilan acidir. Bir de aci cekmekle aci cektirilmek ayirdini da yapmak zorundayiz. yani her aciyi kutsamaya kalkmayin olur mu? yeterince katlanilmaz yasamimiz zaten...

    YanıtlaSil
  13. Elestirel, yok ben arada sinirleniyorum ve gelip giden de benim psikolojik durumumdur haklisiniz.

    Sorgulamak da benim yasamimin bir parcasidir, kacmak falan ne kelime. Sadece baska bir galaksiden "aci cektirip de seyreden tanri" imgesini bu devirdeki insana yakistiramadigimdan olsa gerek. bunu acmak da takdir edersin burada yapilabilecek bir sey degil, belki bir yazi yazilabilir bunun ustune.

    YanıtlaSil
  14. Neler olmuş burada.

    Tolga,
    evet acele okuyup yazıyorum çünkü salak salak internet cafede oturup bir şeyler yazmağa uğraşmakdan bezdim artık. "Komşunu sev" 10 Emir'den de değildi galiba. Leviticus'tan mıydı? Neyse önemi yok zaten. "Satan" posterinde Mehmet Siyahkalem kullanmaları da güzel olmuş; çok severim keratayı.

    Ömer,
    münezzehtir, münezzehtir (aslında tamamen münezzeh de değildir ya..) ama bunu demenin, buna inanmayan birileri ile konuşurken pek faydası yok herhalde. Ben "her şeyin cevabını veremiyor olabilirim, çünkü Tanrı'yı tamamen bilemem, buna gücüm yetmez" demek istediğinizi düşünüyorum. Haksız mıyım?

    Eleştirel abi,
    "Tanrı varsa iyi insanlar neden acı çekiyor?" sorusu, evet, her muhtemel sorunun baştan taşıdığı meşruluğa tabii ki sahip. Ama bana, nasıl desem, bir tür "amatör" soru gibi geliyor. Dinler zaten "Tanrı iyi insanların başına kötü şeyler gelmesine izin vermez" gibi bir temel ilkeden yola çıkmıyor ki. Bu dünyanın bir imtihan olduğundan, onun iyi olsun kötü olsun bize gösterdiklerine/yaşattıklarına nasıl tepki göstereceğimizin, bunlarla nasıl başa çıkacağımızın önemli olduğu ilkesinden çıkıyor (tabii ki basitleştiriyorum). "Her şey karşıtıyla var olur" desem, eminim kimse karşı çıkmaz. Buna karşı çıkmayan insan nasıl Tanrı'nın tüm kötülükleri yok etmesini bekler; bu nasıl bir imtihan olacaktır, diye düşünmez mi? (Ki "imtihan" kısmı bile ikincildir bence burada; bu, ahlâkiyâta gelmeden çok daha evvel, ontolojik bir sorun). Ayrıca neden Tanrı'nın dünya işlerine karışmaması ilkesine başvuramazmışım? Kuran bu bahsettiğiniz "çelişkili" ifadelerle doludur. Onun izni olmadan yaprak kıpırdamaz ama insanların da iradesi vardır. "Biz onların kalplerini mühürlemişizdir ve onlar inkar ederler" ama bu inkârlarından dolayı sorumlu tutulacaklardır. Bu ilk bakışta çelişkili olduğu apaçık görünen yargı cümlelerinin ısrarla tekrarlanması, tam da bu kitapların, fikriyatların, edebî ve felsefî kuvvetini gösteriyor bence: Madde ve ondan mürekkep evren bir "mümkün"dür. Tanrı'nın mütemadî "desteği" olmazsa var olamayacak, Tanrı'nın haricinde, yalnız kendi başına yaşayamayacak bir varlıktır. Bu mânâda, her şey O'na dayanmak zorunda olduğu, O'nun itkisi/izni/aşkı ile var olduğu için "O'nun izni olmadan yaprak bile kıpırdamaz"; ama bunu yapan Tanrı bilinç ve (cüz'î) iradeyi de yaratmış. İnsanın "en şerefli" olmasını sağlayan şeyleri. Ama insana "sen en şereflisin" diyen Tanrı başka bir sürü yerde "sen zalimsin, aptalsın, inkarcısın" da diyor. Çünkü ikisi de doğru. Bunlar "mutually exclusive" (biri olmadan diğeri olmaz) şeyler değil. İrade konusundaki çağdaş tartışmalara bakın meselâ (http://en.wikipedia.org/wiki/Compatibilism). Determinizm ile serbest irade (free will) bir arada var olabilir mi? Olamazsa hangisi vardır da diğeri yoktur? ... Vs vs Çok uzun konu, Baratrion'un dediği gibi burada yapılacak iş değil bu. Belki biri üşenmez de yazı yazar, bilmiyorum. Bir de, en azından ben, hiçbir acıyı kutsallaştırmıyorum ama her acının kutsallığını da teslim ediyorum. Hiçbir şey kutsal değildir bu kainatta, çünkü bilebildiğimiz her şey bu alelâde maddeden oluşuyor işte. Ama kutsal olmayan hiçbir şey de yoktur bu kainatta: çünkü her şey O'ndan, kutsal olandan neşetleniyorsa hiçbir şey kutsal olmakdan da kaçamaz. Diğer türlüsünü Tanrı'yı illâ ki maddeyle hiçbir ilişiği olmayan muhayyel ruhlarda arayan El-Ezher müslümanları ve onların dinsiz muadilleri düşünsün.

    YanıtlaSil
  15. Faruk, muhabbetin önünü bir aforizma ile tıkamak gibi bir niyetim yoktu. Senin de ifade ettiğin gibi "Tanrı'yı bilmek" değil "Tanrı'ya inanmak" arasındaki farka bir gönderme yapmaya ve bu konularda ne kadar konuşursak konuşalım Tanrı'nın bizatihi ne olduğunu, nasıl olduğunu, neden olduğunu bilmemizin gayri kabil olduğunu anlatmaya çalıştım.

    Bizim tanrıyla olan ilişkilerimizin temelinde ciddi bir sorun var. Yani seni tenzih ederek söylüyorum -çünkü konuyla ilgili olarak farklı bilgilere sahip olduğunu görüyorum. çekinmesem eski bir islamcı diyeceğim sana- insanların çoğu, çocukluktan kalma negatif dinsel anılar (tuvalete şöyle girme cin çarpar gibi ya da ninen ölmesin diye Allah'a dua edersin ama ninen ölür sonra da Allah düşmanı olursun falan filan) nedeniyle bir tür tanrıtanımazlığı seçmiş durumdalar. Ya da sonradan kötü müslüman tipler gördükçe ya da bir kısım din düşmanlarının (bu tabiri inadına kullanmayı seviyorum :)) çizdikleri dindar profiline baka baka (uzun sakallı, çirkin yüzlü, peşine 3-4 kadın takmış vs.) veyahut çağdaşlık, pozitivistlik, nesnellik, bilimsellik vs. vs. nedenlerden ötürü ya dinden uzaklaşıyorlar ya ona düşman oluyorlar ya da dinle pozitif ya da negatif olarak hiçbir ilgileri kalmıyor.

    Bizim tanrıtanımazlığımızın temelinde elbette dindeki, dini metinlerdeki iç-mantık, orada kurulan dil, önerilen sebep-sonuç ilişkileri, eski kavimlere dair anlatılan hikayeler, tevatürler vs. olacaktır, olmalıdır. Yoksa "Allah iyi ise, temizse, büyükse şu pislik de neyin nesi? ya da acı neden var, Allah zalim değilse, adilse neden şu insanlar şöyle şöyle ölüyor" gibi sorular bana kusura bakmayın ama çocukluktan kalma negatif bir din anlayışıyla ilgili sorularmış gibi geliyor.. Bunları mesela senin en son yorumunda Tanrı'nın cüz'i şeylerle muhatap olup olmaması meselesi, ya da irade, kader, ruh, haşr, Tanrının sıfatları gibi konularla ilişkilendirerek anlamak gerekiyor fakat bu konular da hicri 2. asırdan beri tartışılan konular. Kelam, Hadis ve Felasife ehli bu konularda çok şey söylemiş, mezheplere göre farklı açıklamalar getirmişler. Hatta bu tartışmaların şirazesi kaymış, olmadık konulara girilmiş. Bizler ve bizden sonrakiler de bu konuları konuşacaklar, anlamaya çalışacaklar.. Ama bütün bu konulara girmenin haklı gerekçeleri var. Ordaki zemini, tartışmanın boyutlarını iyi bilmek gerekiyor. Onların yapmaya çalıştığı şeyi anlama/anlamlandırma çabası olarak görmek gerekiyor. Ordaki tartışmaların tıkandığı ve sığlaştığı yerlerin faturasını bizzat dine çıkarmak çok doğru bir tutum değil..

    Özetle, dine bakışımız aslında çok ilginç ve farklı.. Ben ne dersem diyeyim, biliyorum ki bilmek ile inanmak arasındaki farkı göremedikten sonra söyleyeceğimiz herşey yeni bir tartışmanın konusu olacak. Bu konuları elbette tartışmak gerekiyor fakat baştan kara bir negatif din düşmanlığı elimizi kolumuz bağlıyor maalesef..

    YanıtlaSil
  16. (Acele acele yazdığım için yorumda bazı hatalar olmuş, affola:

    * "Tanrı'yı bilmek" değil "Tanrı'ya inanmak" >> değil yerine "ile".

    * bir negatif din düşmanlığı >> yerine bir negatif din anlayışı..

    YanıtlaSil
  17. Ömer,
    Yani seni tenzih ederek söylüyorum -çünkü konuyla ilgili olarak farklı bilgilere sahip olduğunu görüyorum. çekinmesem eski bir islamcı diyeceğim sana-

    İki sorum var: "Farklı" bilgiler derken ne kastediyorsunuz? ve Hadi "İslamcı" kısmı neyse (pek hoşlanmayacağım bir sıfat ama...), hem de "eski" İslamcı derken ne kastediyorsunuz? :) O kadar yaşlı değilim!

    Negatif din anlayışı... Dawkins'e bu kadar kızmamın nedenlerinden biri de bu. Teolojinin en sığ, en yobaz versiyonlarını Bilim'in en yüksek kademedeki anlayışıyla çarpıştırıyor, bundan elde ettiği basit zaferle de sarhoş oluyor kendi kendine.

    YanıtlaSil
  18. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  19. Eski islamcı değilsen sorun yok Faruk. O zaman din felsefesi alanında sağlam okumalar yapmışsın diye düzelteyim ben hüsn-ü zannımı :)

    YanıtlaSil