10 Kasım 2008

atatürk'ü öldürmek

Mustafa

' Tarih 'i neyin ilerlettiği kadim bir tartışmadır. Hep beraber, durdurmayı bırak yönünü değiştirmeğe bile gücümüzün ermediği, ne yavaşlatmağa ne hızlandırmağa gelir bir deterministik akıntı içinde mi sürükleniyoruz, yoksa tek tek kişilerin, o arada büyük liderlerin, peygamberlerin, fikir-insanlarının da şekil verebildikleri bir şey midir bu gidiş? İrade var mıdır, yoksa her şey kaderden mi mürekkep? Marx, mealen "tarihte ne olduysa, öyle olmak zorunda olduğu için öyle olmuştur" demiş zamanında. Kitlelerin dünyayı değiştirebileceği inancının sembolü bir adam için garip gelebilir kulağa; ama sonuçta onun için Devrim, er-geç gerçekleşecek olan, kaçınılmaz bir şeydi; ama bugün ama yarın --bu anlamda kaderciydi diyebiliriz belki.

Atatürk'e ve benzerlerine bakınca ise ben, büyük insanların etkilerinin kaderle açıklanamayacak kadar belirgin olduğunu ¹ düşünmekten kendimi alamıyorum; ama onların da şöyle bir 'kader'i var sanırım: Birer fani olarak ölüp gidiyor ve bağlamını çoğunlukla kaybettiğimiz sözleri ve davranışlarıyla başbaşa bırakıyorlar bizi. Gözlerimizi yummadıkça görmekten kaçamayacağımız, çevresinden dolanmadıkça yol alamayacağımız büyüklüğe erişen bu insanlar istemesek de içinde yaşadığımız dar odaların orta yerinde kocaman birer sandık gibi duruyorlar. Tüm söylediklerimizi bu sandıkların içindekiler belirliyor bir anlamda. Delillerimizi orada arıyor, ayağımız takılınca onlara küfrediyoruz; bir fikre aracılık mı yaptıkları, yoksa kendi başlarına bir kutsallığı mı barındırdıkları unutulan tüm putlar gibi, parçalanmaları elzem, parçalanmaları kaçınılmaz. Bu, klasik anlamıyla 'din'leri aşan, metafizik içinde yüzenlerimizce de, ondan en arınmışlarımızca da paylaşılan bir ortak insanlık niteliği; bir fikrin biz öyle düşündüğümüz için yeterince değerli olamayacağı kanısında olduğumuzdan mütemadiyen onlardan destek/kanıt aramamıza yol açan bir korkaklık ve acziyet refleksi.

"Aslında", bu refleksin daima kilit kelimesidir. Din reformcularının, geleneksel dinlerinin hatalarının farkına uyandıklarında ve durumu düzeltmek istediklerinde ilk kullandıkları kelime budur: Muhammed ² aslında o denilenleri söylememiş, İsa aslında bir kilise kurmamıştır, işte kanıtları tam da onun sandığının içindedir. Devrimciler, geleneksel ideolojilerinin hatalarını görüp düzeltmek istediklerinde hemen koşup bu kelimeye sarılırlar: Marx aslında zaten totaliterlikten değil, demokrasinin en saf halinden yanadır, işte kanıtları sandığının içinde duruyor --yalnızca biraz daha yakından bakmalısınız, hayır daha yakından, daha da, daha, daha. Bugün bizler de hiç kullanmadığımız kadar çok kullanıyoruz artık bu kelimeyi. Atatürk'ün aslında ne kadar da otoriter olduğunu, aslında ağlayan, zaafları olan bir insan olduğunu, aslında bize anlatılan hata eylemez robot olmadığını konuşuyoruz; hepimiz değil, ama giderek daha çoğumuz. Zor zamanlarda yaşamış, büyük işler başarmış, büyük hatalar yapmış biriydi Atatürk. Onu olduğu haliyle, nasıl biriydi ise öyle tanımamızı istemeyen, ona Katolik Kilisesi'nin Papa'ya atfettiği türden bir yanılmazlık atfederek bizden uzak, yukarılarda bir yere alıp götüren Kemalistlerin aksine ben, belli ki endişe ve üzüntüyle şu sözleri sarf edebilen Mustafa Kemal'i severim ³ :

Bugünkü manzaramız aşağı yukarı bir dictature manzarasıdır [...] Halbuki ben cumhuriyeti şahsi menfaatim için yapmadım. Hepimiz faniyiz. Ben öldükten sonra arkamda kalacak müessese, bir istibdat müessesesidir. Ben ise millete miras olarak bir istibdat müessesesi bırakmak ve tarihte o suretle geçmek istemiyorum

Mısırlı akademisyen Nasr Hamid ebu Zeyd, kendi hayat hikayesini anlatırken Enver Sedat Cemal Abdul Nasır hakkında şöyle diyordu:

Halklar muhtemelen ancak, şayet sembolleştirdikleri figürleri belirli bir noktada yıkma gücünü bulabilirlerse özgürleşebilirler. Nasır da böyle bir sembol figür idi. Mısır halkı onu seviyordu. Ama halkların hayatında da bireylerin hayatında olduğu gibi belirli anlar vardır ki babanın egemenliğinden kurtulmak gerekir -Freud buna babayı öldürmek der. Nasır’ın karizması onu Mısır halkının baba figürü haline getirmişti. Halkın özgürleşmek için onu öldürmesi gerekiyordu. Yargılanmasının sonucu önemli değildi. Önemli olan, bir egemenin yargı önünde hesap vermesiydi. [ İslâm'la bir Yaşam, s.42, İletişim yay. ]

Biz de babamız Mustafa Kemal'i Atatürk'ü, bu parıltılı ve trajik lideri, Türkiye gibi toplumlarda yüz yılda bir yetişen bu büyük kabiliyeti, ³ artık öldürmek zorundayız; bir insan olarak onu yaşatabilmek için tek şansımız bu.

Notlar:
1 Deterministik tarih düşüncesi aslen illâ ki bunu reddeden bir şey olmak durumunda değildir. Büyük kişiliklerin büyük olmalarının da diğer tüm akışları belirleyen büyük zorunluluğun bir sonucu olduğunu söyleyebilir ve böylece bu olgu tutarsızlık yaratmaz. Bunun farkındayım, ama o tartışmanın burası yeri olmadığından girmiyorum.
2 Kemalistlerimiz "Mustafa", dindarlarımız "Muhammed" diye bu insanlara yalnızca ilk isimleriyle hitap edilmesinden rahatsızlık duyuyor, bir saygısızlık olarak alıyorlar. Hakkı Devrim yazmıştı, Türk halkı çok sevdiklerine böyle hitap etmeyi sever diye, nasıl Sezen Aksu'ya sevgisinden herkes "Sezen" diyorsa...gibi. Benim ki de böyle bir sevgi ve samimiyet ilanı.
3 Sevan Nişanyan, Yanlış Cumhuriyet

7 yorum:

  1. 3 numarali alintinin kaynagi sanirim: http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=fethi+okyar+in+anilari

    1930 yilinda serbest firka'yi kurmayi teklif edecegi fethi okyar'a bu sozleri unlu 'sofra'sinda soylemis.

    YanıtlaSil
  2. Evet, ben Nişanyan'dan (Yanlış Cumhuriyet) aldım, o da Okyar'dan alıntılıyordu.

    YanıtlaSil
  3. İnsanlar göremiyorlar sırf Atatürk'ün artık bir yerde emrivaki halini almış varığı yüzünden Türkiye'de lider yetişmediğini.

    Hayatında dinden başka bir şey olmayan "gerici" insanların düşüncelerini 2000 yıl önce yaşamış insanların düşüncelerinin frekansına sabitlemelerine, bir ömrü şu hayatta hiç bir pozitif iz bırakmaksızın, bir parazit gibi tüketmelerine benziyor bu.

    Yıl olmuş 2008, Türkiye gibi 70 milyon nüfuslu bir ülke 100 yıldır lidersizlikten kıvranıyor; insan hakları, demokrasi, eğitim, sağlık, battıkça batıyor. Ülke siyaseti on yıllarca ayak altında dolaşıp hiç bir şey beceremeyen güdük, vizyonsuz insanlardan başka bir şey göremiyor.

    Mevzu bu değilse nedir, neden bu ülkenin gördüğü son lider Atatürk'tür bilemiyorum.

    YanıtlaSil
  4. yorumlar ve ozellikle Nisanyan'dan yaptiginiz alinti cok iyi, tesekkurler.

    YanıtlaSil
  5. @a. murat eren

    Lider yetiştirmenin önemini bana açarak anlatabilir misin, çünkü tam anlamıyorum niçin bir toplumun ilerlemek adına illa ki bir lidere ihtyaç duyduğunu. Esasında sanırım bu lider ihtiyacı sadece bazı kültürlere has bir olgu, mesela iskandinav kültüründe şair ve filosof yetiştirmek lider yetiştirmekten önemli.

    YanıtlaSil
  6. Güncelleme: İki hatam ve bir eksiğim vardı: Ebu Zeyd'den yaptığım alıntıyı kafamdan yazmıştım çünkü kitap kayıptı. Kitabı buldum ve alıntıyı düzelttim. Hatalarımın ilkine de alıntıyı aklımdan yazmış olmam yol açmış: Ebu Zeyd'in bahsettiği kişi elbette Enver Sedat değil, Cemal Abdul Nasır olacak. Enver Sedat daha sonra, Nasır'ın ikinci yönetim döneminden sonra başa geçecektir. İkinci hatamı, Mutlak Töz'de Kaçakkova ve Tolga abilere cevap verirken fark ettim: [...] Aslen başlıkta “Mustafa Kemal’i öldürmek” yerine “Atatürk’ü öldürmek” yazarken burada bir ayrım gözetmiş, öyle yazmağa dikkat etmiştim; ne var ki yazının sonuna geldiğimde bunu unutmuşum gitmiş! O da benim mankafalığım. O ayrım, bir fanî olarak Mustafa Kemal ile, cumhuriyetin kurucu “baba”sı olarak Atatürk arasındaki farktı. “Ata-türk” kelimesinin “Türkler’in babası” anlamına gelmesi de rastlantı olamayacak kadar güzel bir uygunluk/denk düşme olarak zihnimin kenarındaydı. [...] Mutlak Töz'deki söz konusu yazıda ve yorumlarında, "babayı öldürmek" terimi üzerinden ve Bülent Somay'ın ilgili bir metninden yola çıkarak bana eleştiri getiriliyor. İlgilenenlere tavsiye ederim:

    > Mutlak Töz: Somay'dan "Post-oidipal Politika" üzerine

    YanıtlaSil
  7. Yazi gercekten dusunmeye sevk ediyor. Benim ise aklima ilk gelen su oldu. Eger putlastirir gibi koru korune inanmak yanlis ise tanimi bilindigi halde neden insanlar bunu gecmiste yaptigi gibi yineliyor. Sanirim cevabi cok acik kimse tuttugu tarafa ve tarafin sembolune dokundurtmaz. Cunku bilinir ki bagli olunan fikir ve idolojiler yikilir gider. Dimdizlak ortada kalirsiniz. Yalniz kalirsiniz. Tutunacaginiz birsey kalmaz olur. Inancin temeli ve nedeni de budur bence. Cozumu nedir peki "dusunmek,sorgulamak,elestiriye acik olmak" ama yakip yikmadan temelini bozmadan bir ahsap ustasi gibi zimparalayarak sekil vermektir. Biraz davranisci bakis acisiyla da boyle olmalidir kanaatimce.

    YanıtlaSil